
UYANDIRMAK İÇİN; HİÇ UYUMAYAN ADAM
Erbakan’ı anlatmak, Erbakan’ı anlamaktan daha kolay sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Onu anlatmak da, anlatmaya çalışmak da en az onu anlamak kadar emek istiyor. Kolay değil seksen beş yıllık bir ömrü, Hak bildiği ve iman ettiği değerleri yeryüzüne hakim kılmaya çalışan; bu uğurda topyekun bir milletin vicdanı olarak mayınlı arazilerde ilerlemek. Kolay değil taşlarla dolu bir arazide kardelen olmak ve bu araziyi çiçeklerle donatmak. Hepsi bir bedel istiyordu ve bu bedel Erbakan’ın omzunda, bir millete öncü olarak taşındı. Belki sembolik de olsa vefa gereği Erbakan, vefatından sonra milletin tamamının omuzlarında bu duygularla taşındı.
Herkesin baktığı yere göre, gördüğü şey farklı anlamlar ifade edebilir. Bizler, Erbakan’ın davasının kadim bir dava olduğu bildiğimiz için onun vefatını ‘Rabbiyle buluşması’ olarak algılarız. İnsanın var oluşuyla başlayan Hak-Batıl mücadelesinin kıyamete kadar süreceğini de bildiğimiz için, ne yaptıysa Allah rızasından başka gaye gözetmeden yapan bir dava adamının izinden gitmek bizler için büyük anlamlar ifade etmektedir. İnişi ve çıkışıyla mücadeleye ve mücahedeye adanan bir ömrün ardından gördüğümüz tablo anlamlandırılmaya muhtaç bir tablodur. Lider, Hoca, Alim, Kumandan, Makine Profesörü, Genel Başkan, Başbakan̷
; Ne sıfatla anılırsa anılsın, her daim ‘Mücahit Erbakan’dı o. Asırlardır boynu bükük kalmış halkların, zulüm altında inleyen coğrafyaların haykıran sesi olmak mücahitlere has bir vasıftır.
Zindanlarda yattı, mahkemelerde ter döktü, kapalı kapılar ardında yargılandı, manşetlerde asıldı ama; hiç bir zaman yılmadı. ̶
;İnanıyorsanız, en üstünsünüz” düsturu gereğince: ̶
;iman var, her şey var” dedi ve yürümeye devam etti.
Memura %5
, işçiye %1
, emekliye %2
, çiftçinin ürünlerine %25
, öğrenciye %4
iyileştirme yapan bir başbakanın ilave vergi koymadan ve tek kuruş borçlanmadan bunları yapması, hakim sömürü düzeninin şimşeklerini üzerine çekiyordu. Toplandılar, bu böyle gitmez dediler, aralarında 4
milletvekili transferine yetecek parayı topladılar ve Erbakan’ı düşürdüler. Aslında topyekün bir halkı düşürdüler ama fark edilmedi.
Tek başına çıktığı yolda, milyonlar arkasından yürüdü. Kimisi rüzgarda savruldu, kimisi kapkaççıların eline düştü ama daima arkasında sadık bir kitle yürüdü. Seçime girmemiş partisinin mitingi dayanak gösterilerek bu memlekette muhtıra verildi. Hükümet ortağı oldu, maddi ve manevi kalkınma için devrim başlattı, ama hiçbir iyilik cezasız kalmadığı için bu memlekette sağ-sol çekişmeleriyle oluşturulan anarşi ortamı bahane edilerek darbe yapıldı. Ülkenin gencecik fidanlarının birbirini kırdığı bu yıllarda Erbakan, milleti bu kargaşadan uzak tutmak için her yolu denedi ama nafile, Amerikalıların dediği gibi ̶
;bizim çocuklar bu işi başarmıştı” bir kere̷
;
Sonra, şair İsmet Özel’in dizeye döktüğü gibi ̶
;Bize yüzde 6 derler” dedi yeniden yürüdü. Kardelen etkisi, kelebek etkisine dönüştü. Yuvarlanmaya başlayan kartopu büyüdü, büyüdü ve birinci parti oldu. Yine iktidarı vermediler, ayak dirediler, bir yıl direnebildiler. Nihayet efsane hükümet kuruldu, on bir ay dayanabildi bu hükümet. Nevzuhur aczimendilere rağmen̷
; Ne idiğü belirsiz Fadime Şahinlere, Ali Kalkancılara rağmen̷
; Postal yalayıcısı medya eşrafı ve emir eri olmaya hevesli brifingli yargı erbabına rağmen̷
; Tarihin sayfalarına geçemeyecek onca onursuzluk abidelerine rağmen̷
; Tam on bir ay dayandı ve sonra partisi yine kapatıldı. ̶
;Bu karar, tarihin seyri içerinde bir nokta kadar öneme sahip değildir” dedi ve yürümeye devam etti.
Fazilet ve Saadet Partileri bu kervanın yürüdüğünün işaretleri oldu. Ömrünün son demlerinde dolandırıcılıkla suçlandı. Sıradan bir futbolcunun bile trilyonlar kazandığı bir ülkede ‘kayıp trilyon davası” adı altında düzmece iddialarla milletin gözünde itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Aslında bunların hepsi, ül-kenin iliğini sömüren rantiyecilerin, milletin kanını emen yarasaların ve ̶
;partisini kapatmak yetmez, Erbakan’ı öldürmek yetmez; üzerine beton dökmek gerekir” diyen dünyaya egemen güçlerin Erbakan’dan rövanş alma çabalarının bir aracıydı. Kimilerinin özlemle yad ettiği 28 Şubat gününde kendini savunmadı Erbakan; seni, beni, ötekileri, ötekileştirilmişleri savundu. Bu süreçte ̶
;Benim gönlümden Erbakan’ın gönlüne uzanan bir yol olamaz” diyen sözde kanaat önderlerinin bile müdafaasını yaptı tam altı saat boyunca. Altı saat boyunca bulgur bulgur terlerini, bu terlerin zerresi kadar değeri olmayan şahısların – aslında bu şahısların temsil ettiği kitlelerin – itibarını kurtarmak için yaptı.
Kimileri, attığı temelleri alaya almak için söktüğü beton parçalarını arabasının bagajına koyup gazetecilere teşhir etti. Sanırsın ki panayırda bir tüccar ̶
;gel vatandaş gel, Erbakan’ın temelleri bunlar, kaçırma geeeel!” dercesine çığırtkanlık yapıyordu. Erbakan’ın attığı temelin üzerinde yükselen yüzlerce fabrikayı görmezden gelenler aslında siyasetteki gelenekleri gereği yıllardır milleti görmezden geliyorlardı.
Kimileri taşıdıkları ‘mukaddesatçı’ etiketine rağmen, Erbakan’a iftira atmaktan geri durmadı. ̶
;Erbakan kendini peygamber ilan etmiş” diye manşet atanlar, o öldükten sonra o manşeti hangi aşağılık ruh haliyle attıklarını nedamet içinde itiraf ettikler. İftiranın itirafı, suret-i Hak’tan görünerek yıllarca milletin gönlünden düşürmeye çalıştığınız bu adamı mezarında şad edecek mi? Bu iftiraya inanarak kitaplarında Erbakan’ı yerden yere vuran üstadlar acaba Erbakanla ahirette helalleşebildiler mi? Ağzından hayatı boyunca ‘ben’ kelimesi çıkmamış bir adamı ̶
;enaniyeti çok büyük” diye itham etmek vicdanın tartabileceği bir sorumluluk mu?
Erbakan öyle bir yolda yürüyordu ki, yolu onunla kesişen her kişi bir şekilde paye edinmiştir. ̶
;Bize fırsat verilmiyor, önümüz açılmıyor” diyenler bile bu sözleri sarf ettiklerinde ‘bakan veya belediye başkanı’ sıfatı taşıyorlardı. Ondan habersiz ama onun adını kullanarak, onun selamıyla ticarete atılanların hepsi holding sahibi oldular. Sonra benlik duyguları ve firavunluk alametleri bünyelerini sarınca battılar ama vebalini yine Erbakan’ın sırtına yüklemeye kalktılar. Bu öyle bir sırttı ki, yüklenen yükler seksen yaşında belini büktü ama o yine de ‘kutsal emanet’in hatırına her cefaya katlandı.
Uyuyan bir milleti uyandırmak için hiç uyumadı Erbakan. Bir meclis konuşmasında kürsüden ̶
;Bunu dile getirmeye mecburum. Çünkü ben vatanımı seviyorum. Çünkü haksızlıkların karşısındayım. Bana oy versinler diye yapmıyorum. Ben bunu Allah rızası için yapıyorum. Allah rızası için.” diye haykırdığı gibi aslında sadece görevini yapıyordu Erbakan. Çöp kamyonun arkasından yalın ayakla koşan kız çocuğu için ağlarken de samimiydin; Filistin’de gözlerinin önünde babaları şehid edilen çocuklar için göz yaşı dökerken de̷
; Terör kurşunuyla toprağa düşen vatan evlatları için, için parçalanırken de samimiydin; Güney Amerika’da sömürü çarklarının arsında öğütülen halklar için endişelenirken de̷
; Bizler şahidiz: Takatinin sonuna kadar, nefesinin son anına kadar; iyiliğin hakim olması ve kötülüğün yok olması için çalıştın. Allah da şahidin olsun muhterem Hocam.
Ve son söz yerine, her konuşmasının sonunda inancını bu sözlerle aşıladığı milleti adına diyoruz ki: Milletimizin; Saadet ve Selameti için, Yaşanabilir Türkiye için, Yeniden Büyük Türkiye için, Yeni bir Dünyanın kurulması için ,canla başla çalışacağımıza,
SÖZ VERİYORUZ!!!
Herkesin baktığı yere göre, gördüğü şey farklı anlamlar ifade edebilir. Bizler, Erbakan’ın davasının kadim bir dava olduğu bildiğimiz için onun vefatını ‘Rabbiyle buluşması’ olarak algılarız. İnsanın var oluşuyla başlayan Hak-Batıl mücadelesinin kıyamete kadar süreceğini de bildiğimiz için, ne yaptıysa Allah rızasından başka gaye gözetmeden yapan bir dava adamının izinden gitmek bizler için büyük anlamlar ifade etmektedir. İnişi ve çıkışıyla mücadeleye ve mücahedeye adanan bir ömrün ardından gördüğümüz tablo anlamlandırılmaya muhtaç bir tablodur. Lider, Hoca, Alim, Kumandan, Makine Profesörü, Genel Başkan, Başbakan̷
; Ne sıfatla anılırsa anılsın, her daim ‘Mücahit Erbakan’dı o. Asırlardır boynu bükük kalmış halkların, zulüm altında inleyen coğrafyaların haykıran sesi olmak mücahitlere has bir vasıftır.
Zindanlarda yattı, mahkemelerde ter döktü, kapalı kapılar ardında yargılandı, manşetlerde asıldı ama; hiç bir zaman yılmadı. ̶
;İnanıyorsanız, en üstünsünüz” düsturu gereğince: ̶
;iman var, her şey var” dedi ve yürümeye devam etti.
Memura %5
, işçiye %1
, emekliye %2
, çiftçinin ürünlerine %25
, öğrenciye %4
iyileştirme yapan bir başbakanın ilave vergi koymadan ve tek kuruş borçlanmadan bunları yapması, hakim sömürü düzeninin şimşeklerini üzerine çekiyordu. Toplandılar, bu böyle gitmez dediler, aralarında 4
milletvekili transferine yetecek parayı topladılar ve Erbakan’ı düşürdüler. Aslında topyekün bir halkı düşürdüler ama fark edilmedi.
Tek başına çıktığı yolda, milyonlar arkasından yürüdü. Kimisi rüzgarda savruldu, kimisi kapkaççıların eline düştü ama daima arkasında sadık bir kitle yürüdü. Seçime girmemiş partisinin mitingi dayanak gösterilerek bu memlekette muhtıra verildi. Hükümet ortağı oldu, maddi ve manevi kalkınma için devrim başlattı, ama hiçbir iyilik cezasız kalmadığı için bu memlekette sağ-sol çekişmeleriyle oluşturulan anarşi ortamı bahane edilerek darbe yapıldı. Ülkenin gencecik fidanlarının birbirini kırdığı bu yıllarda Erbakan, milleti bu kargaşadan uzak tutmak için her yolu denedi ama nafile, Amerikalıların dediği gibi ̶
;bizim çocuklar bu işi başarmıştı” bir kere̷
;
Sonra, şair İsmet Özel’in dizeye döktüğü gibi ̶
;Bize yüzde 6 derler” dedi yeniden yürüdü. Kardelen etkisi, kelebek etkisine dönüştü. Yuvarlanmaya başlayan kartopu büyüdü, büyüdü ve birinci parti oldu. Yine iktidarı vermediler, ayak dirediler, bir yıl direnebildiler. Nihayet efsane hükümet kuruldu, on bir ay dayanabildi bu hükümet. Nevzuhur aczimendilere rağmen̷
; Ne idiğü belirsiz Fadime Şahinlere, Ali Kalkancılara rağmen̷
; Postal yalayıcısı medya eşrafı ve emir eri olmaya hevesli brifingli yargı erbabına rağmen̷
; Tarihin sayfalarına geçemeyecek onca onursuzluk abidelerine rağmen̷
; Tam on bir ay dayandı ve sonra partisi yine kapatıldı. ̶
;Bu karar, tarihin seyri içerinde bir nokta kadar öneme sahip değildir” dedi ve yürümeye devam etti.
Fazilet ve Saadet Partileri bu kervanın yürüdüğünün işaretleri oldu. Ömrünün son demlerinde dolandırıcılıkla suçlandı. Sıradan bir futbolcunun bile trilyonlar kazandığı bir ülkede ‘kayıp trilyon davası” adı altında düzmece iddialarla milletin gözünde itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Aslında bunların hepsi, ül-kenin iliğini sömüren rantiyecilerin, milletin kanını emen yarasaların ve ̶
;partisini kapatmak yetmez, Erbakan’ı öldürmek yetmez; üzerine beton dökmek gerekir” diyen dünyaya egemen güçlerin Erbakan’dan rövanş alma çabalarının bir aracıydı. Kimilerinin özlemle yad ettiği 28 Şubat gününde kendini savunmadı Erbakan; seni, beni, ötekileri, ötekileştirilmişleri savundu. Bu süreçte ̶
;Benim gönlümden Erbakan’ın gönlüne uzanan bir yol olamaz” diyen sözde kanaat önderlerinin bile müdafaasını yaptı tam altı saat boyunca. Altı saat boyunca bulgur bulgur terlerini, bu terlerin zerresi kadar değeri olmayan şahısların – aslında bu şahısların temsil ettiği kitlelerin – itibarını kurtarmak için yaptı.
Kimileri, attığı temelleri alaya almak için söktüğü beton parçalarını arabasının bagajına koyup gazetecilere teşhir etti. Sanırsın ki panayırda bir tüccar ̶
;gel vatandaş gel, Erbakan’ın temelleri bunlar, kaçırma geeeel!” dercesine çığırtkanlık yapıyordu. Erbakan’ın attığı temelin üzerinde yükselen yüzlerce fabrikayı görmezden gelenler aslında siyasetteki gelenekleri gereği yıllardır milleti görmezden geliyorlardı.
Kimileri taşıdıkları ‘mukaddesatçı’ etiketine rağmen, Erbakan’a iftira atmaktan geri durmadı. ̶
;Erbakan kendini peygamber ilan etmiş” diye manşet atanlar, o öldükten sonra o manşeti hangi aşağılık ruh haliyle attıklarını nedamet içinde itiraf ettikler. İftiranın itirafı, suret-i Hak’tan görünerek yıllarca milletin gönlünden düşürmeye çalıştığınız bu adamı mezarında şad edecek mi? Bu iftiraya inanarak kitaplarında Erbakan’ı yerden yere vuran üstadlar acaba Erbakanla ahirette helalleşebildiler mi? Ağzından hayatı boyunca ‘ben’ kelimesi çıkmamış bir adamı ̶
;enaniyeti çok büyük” diye itham etmek vicdanın tartabileceği bir sorumluluk mu?
Erbakan öyle bir yolda yürüyordu ki, yolu onunla kesişen her kişi bir şekilde paye edinmiştir. ̶
;Bize fırsat verilmiyor, önümüz açılmıyor” diyenler bile bu sözleri sarf ettiklerinde ‘bakan veya belediye başkanı’ sıfatı taşıyorlardı. Ondan habersiz ama onun adını kullanarak, onun selamıyla ticarete atılanların hepsi holding sahibi oldular. Sonra benlik duyguları ve firavunluk alametleri bünyelerini sarınca battılar ama vebalini yine Erbakan’ın sırtına yüklemeye kalktılar. Bu öyle bir sırttı ki, yüklenen yükler seksen yaşında belini büktü ama o yine de ‘kutsal emanet’in hatırına her cefaya katlandı.
Uyuyan bir milleti uyandırmak için hiç uyumadı Erbakan. Bir meclis konuşmasında kürsüden ̶
;Bunu dile getirmeye mecburum. Çünkü ben vatanımı seviyorum. Çünkü haksızlıkların karşısındayım. Bana oy versinler diye yapmıyorum. Ben bunu Allah rızası için yapıyorum. Allah rızası için.” diye haykırdığı gibi aslında sadece görevini yapıyordu Erbakan. Çöp kamyonun arkasından yalın ayakla koşan kız çocuğu için ağlarken de samimiydin; Filistin’de gözlerinin önünde babaları şehid edilen çocuklar için göz yaşı dökerken de̷
; Terör kurşunuyla toprağa düşen vatan evlatları için, için parçalanırken de samimiydin; Güney Amerika’da sömürü çarklarının arsında öğütülen halklar için endişelenirken de̷
; Bizler şahidiz: Takatinin sonuna kadar, nefesinin son anına kadar; iyiliğin hakim olması ve kötülüğün yok olması için çalıştın. Allah da şahidin olsun muhterem Hocam.
Ve son söz yerine, her konuşmasının sonunda inancını bu sözlerle aşıladığı milleti adına diyoruz ki: Milletimizin; Saadet ve Selameti için, Yaşanabilir Türkiye için, Yeniden Büyük Türkiye için, Yeni bir Dünyanın kurulması için ,canla başla çalışacağımıza,
SÖZ VERİYORUZ!!!
Erdem BAYSAL - erdembaysall@hotmail.com |
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.