Burnu yere düşse eğilip almayacak!

Başımıza bir bela ve musibet geldiğinde dünyada ne varsa unutup bir tarafa atarken, hatta bir ağır hastalığa yakalandığımızda ne kibir kalıyor ve ne de enaniyet. Sadece Rabbimize şükür, sağlık ve sıhhat dileniyoruz. Sağlığımız ve huzurumuz yerinde olsun yeter diyoruz. Ama bu sıkıntılar geçtikten bir kaç gün sonra hayatımıza bıraktığımız yerden devam ediyoruz. Sanki hiç bir şey olmamış gibi kendimizi yenilemeden hayatımıza devam ediyoruz.

Paramız cüzdanımızda çoksa, emrimizde birde insanlar çalışıyorsa, lüks yat ve katlarda yaşıyorsak hiçbir şey umurumuzda olmuyor. Yolda yürürken eğer burnumuz yere düşse kibrimiz ve gururumuzdan eğilip yerden almayacak durumdayız.

Ben çocuktum eskiden düğünlerde bol silah atılırdı. Kim çok silah atar, hava yaparsa kendinde bir güç olduğunu zan ederdi. Bizimde bir yakınımızın Demirci kasabasından eniştemiz vardı. Bizim köyde düğün olduğunda gelirdi, sağa sola ve havaya silah atardı.

Bir gün babam dedi ki, “ enişte iştahla, sağa, sola ve havaya ateş ediyorsun. Havada kim varda kimi vuracaksın” dediğini hiç unutmam. Enaniyet ve gurur sahibi insanlar yolda yürürken ayağının altında tavuk kalsa görmez çiğner. Ama bakın şu virüs nedeni ile gözle görülmeyen bir mikroptan ödleri kopacak duruma gelmişlerdir.

Sürekli "Ben yaptım, sadece ben, ben başardım, ben elde ettim, ben ben ben..." diyerek geçen bir ömür şükürden yoksun Rabbinin lütuflarından bir haber geçen bir ömürdür. İnsan ziyana değil kâra geçmek isterse eğer nimetlerin şükrünü eda, bollukta infak, yoklukta dua etmelidir. Nimetlerin Allah'tan geldiğini yani rızkı verenin o olduğunu bilen bir kul, elde ettiği başarıda Rabbine şükranda bulunan bir kul acziyeti bilir ve ona göre davranır. Tabiri caiz ise mutlak kudret sahibi Rahman ve Rahim olan Rabbine karşı konumunu ve haddini bilir. Yaşamını ve hayatını ona göre düzenler. Kimse kimseden büyük değil büyük Allah’tır.

Beyezîd-i Bestami Hazretleri buyurur: “Kibirli kişi, asla marifetin kokusunu koklayamaz. Bunun için on sekiz bin âlemde kendi nefsinden daha kötü bir nefis görmemelidir.”

Kibir, kökü Cehennemʼde bulunan çirkin bir huydur. Hakkʼa kulluğun farik vasfı olan tevazunun zıddıdır. Tevhid akidesi gibi, Cenab-ı Hakkʼın kibriya sıfatının da, yani büyüklük ve ululuk vasfının da, asla ortaklığa tahammülü yoktur. Kibir ise, bütün nimet veya muvaffakıyetleri lütfeden Allahʼa ortaklık alâmetidir. Zira nimeti Allahʼtan bilmek yerine, kendine izafe etme ve nefsine pay çıkarma gafletidir.

Mesnevî: “Padişahın biri, bir padişaha galip gelirse, onu ya öldürür, yahut zindana attırır.”

“Fakat aynı pâdişah bir düşkün yaralıyı, zavallı bir dertliyi bulursa, yarasına merhem kor, ona ihsanda bulunur.”

“Kendini üstün görmek, padişah olduğu için kibirlenmek bir zehir olmasaydı, o galip padişah, mağlûp ve esîr olmuş padişahı, suçu olmadığı hâlde niçin öldürürdü?”

“O düşkün dertliye kendisine bir hizmette, bir kullukta bulunmadığı hâlde neden iyilik ediyor, ona acıyor? Bu iki duruma bakıp kibrin nasıl bir zehir olduğunu anlaman mümkündür.” (c.4, 2750-2754)

Hazret-i Mevlânâ bu hususta şöyle ikaz eder: “Köle gibi mütevazı ol da at gibi yerde yürü. Omuzlarda yürüyen tabut gibi yükselmeye kalkışma. Nefis, çok övülme yüzünden Firavunlaştı. Sen, alçak gönüllü ol; (ne kadar ulu olsan da) ululuk taslama!”

“Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan hiçbir kimse cennete giremez.” (Müslim, İman, 148-149)

İşte dört günlük dünyadaki halimiz bu değil mi? kimseyi hor ve küçük görme. Nihayetinde sen altın kefene, küçük gördüğün insan kaput kefene sarılıp kabre girmiyor. Kabir kapısı farklı değil o kapıdan herkes aynı kefenle giriyor. Bakışımız buna göre olsun ve öyle yaşayalım. Nefsin hoşuna giden üslup ve hava ile bizi övüp göklere çıkarsalar ne elde edeceğiz?

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.