BABAM NE ZAMAN KAHRAMANIM OLDU?

Biz küçükken, sevgili ailem Sivas’tan İstanbul’ a, Koşuyolu’na göç etmiş. Ben bir aylık, kız kardeşim Figen, bir yaşındaymış. Koşuyolu hikayemizden önce biraz bu iki güzel insandan anne ve babamdan söz etmek istiyorum.

 

Babamın üniversite yıllarından başlamak doğru olur sanırım. Babam Sanat okulunu bitirdikten sonra, çevresindekilerin telkiniyle İstanbul’da Vatan Mimarlık Mühendislik Yüksekokulu’na kaydını yaptırıyor. Öyle naif ki, ince parmaklarıyla tam bir sanatçı elleri var. Onun kendisine has bir zarafeti var. Köyünün medarı iftiharıdır. Kendisinden başka kimse yok üniversite okuyan köyünde olmuşsa da önder olmuştur, ondan sonra gelenler için. Çok asil bir resmi var okulunda proje çizerken bir de rapidoları, siyah yanlarında renkli bantları olan, maalesef benim olmadı onlar, en büyük hayalimdi oysa. Öyle cömertti ki verdi bir akrabasına.

 

Bu genç sömestrde, yaz tatilinde gelip, çalışıyor, kazandığı parayla okul taksitlerini ve harcamalarını karşılayıp yaşamaya çalışıyor. Babasının durumu iyi. Ama babam o kadar gururlu ki en zor durum da bile tek kuruş istemeyip çalışmayı tercih edecek kadar onurlu bir adam. Babaannem son eşi babam altı yaşındayken vefat etmiş. Çok dramatik bir hikayesi var. Hem babamın hem babaannemin. Bir Çerkez kızıymış ve Çerkezliğin tüm zarafetini taşıyormuş. Dedemin büyük çocukları varmış ve babaannemin bundan haberi yokmuş. O hikâyeyi bir ara anlatırım. Konumuz babamım annemle hikayesi.

 

Annem uzun boylu, zarif, güzel simsiyah gözleri olan birisi. Babam tatilde gelmiş ve annemlerin o şirin evinden söz etmiştim. Bahçe duvarı yapılacak babam yaptırıyor. Annem enstitü mezunu ve komşuların akıl danıştığı zeki bir kadın. Çalışma sırasında babam bisikletiyle annemlerin kapısında, annem kapıya çıkıyor ve göz göze geliyorlar, annem kaşlarını çatarak cevap veriyor bu bakışa ve babam âşık oluyor anneme. Araya bir sürü insan sokuyor ama dedem henüz okulunu bitirmemiş birine kızını vermek istemiyor. Uzatmayalım kısmet işte anneme soruyorlar. “Siz nasıl uygun görürseniz” deyiveriyor.

 

Babam öğrenci annemle yeni evli. Babasının evinde kalıp babamı bekliyor annem. Öte yandan okul açılıyor ve babam okuluna dönüyor. Annem Figen’e hamile. Babamı zor günler bekliyor. Bazen sohbet ederken anlatırdı. “Öyle zordu ki hoca tahtada dersi anlatıyor benim aklım sizde, annenizde. Ders aklıma girmiyor.” Sonra ertesi yıl annem bana hamile babam erkek olacak sanıyor. Tekrar okula döndüğünde 3. Sınıfta ama para yok pul yok. Okul taksitleri ödenemiyor. Her gün tahtaya çıkarıp “22 hala ödeme yapmadın” diyorlar. Bu 22 numara sonradan Figen’in Yıldız Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nde ki numarası oluyor. Annem de Sivas’ta bir işe giriyor ama sadece kendine ve çocuklara yetiyor. Zaten kazandığını eve veriyor ki küçük kızına annesi baksın diye. Babam tatilde geliyor annem çok bunalmış, kızı hasta. Kafasında bazı kararlar şekilleniyor. Anneme “benimle İstanbul’ a gelir misin? Biliyorum zor ama okulu bırakacağım” diyor. Annem çok üzülüyor okulu bırakacağına ama beklemekten tükenmiş durumda. Ben yeni doğmuşum. Ve bizi koca şehirde yeni bir yaşam kurmak için yanına alıyor. Daha önce araştırmış olduğundan bizi doğrudan Koşu yoluna götürüyor. Annem hemen beğeniyor evi seçme durumunda değil zaten, birkaç parça eşya alıp yerleşiyorlar bu semte babam hep der ki; “senin doğmanla birlikte çok iyi bir işe girdim devlet dairesinde kontrolör olarak bize uğur getirdin.”

 

Böyle yaşayıp giderken, evde tüp patlamış ve annemle babamın kıt kanaat aldığı özellikle annemin çok sevdiği yıllarca unutamadığı semaveri de yanıp kül olmuş. Ev sahipleri çok iyi insanlarmış. Yangın başlayınca babama “İsmet Bey al çocukları çık hiç sorun değil size bir şey olmasın” demiş. Kaldı mı böyle insanlar?

 

O yangından sonra yeni bir başlangıç yapıp Küçükyalı’ ya taşınıyoruz. Öyle güzel bir semt ki. Hep bahçe içinde tek katlı evlerden oluşuyor. Çok güzel bir ev tuttu babam. O evi de bir ara anlatacağım. Tek katlı çift daire. Ev sahibimiz yaşlı bir çift. Kadına Büyükanne, kocasına da Büyükbaba diyoruz. Annem bir yere gittiğinde beni onlara bırakıyor. “Halime” isminde bir bebeğim var ve onlara gideceğim zaman, “büyükanne dur doduğumu alıp geliyorum” diyormuşum. Hayatımda yediğim en lezzetli peynir ekmeği büyükannemden yediğim günlerdi. Büyükannem ne kadar tatlı ve tonton ise, büyükbaba o kadar aksiydi. Albaydı ve annem ondan söz ederken “yedi-sekiz Hasan Paşa zamanında albay olmuş” derdi ki bu sözüyle o rütbeyi hak etmediğini anlatmak isterdi. Elektrik ortaktı ve elektrikli eşya alsak kullandırmazdı. Figen’ le birlikte oynarken kapısının önündeki çeşmeyi açtırmazdı. Ortak uzun bir duvar ve tek bir kapı vardı ve onların tarafındaydı. Kapıyı açıp arkadaşlarımızla oynamamıza izin vermezdi. Kapıya el süremezdik. Bir gece uyuyorum. Annem babama yemek hazırlamış ne yediğini bile hatırlıyorum. Olayın heyecanından hafızama kazınmış. Babam çok sinirliydi. Figen’le ben uykulu gözlerle olayı anlamaya çalışıyoruz. Bizi görünce hiç o kadar yeşil görmediğim güzel gözlerinden ateşler çıkıyordu. Gözlerini bize dikip “artık o kapıdan rahat rahat girip çıkabilirsiniz çocuklar” dedi. Bize yaşattığı sıkıntıdan usanan babam bir balyozla duvarı indirmiş ve bize ekstra bir kapı açmıştı. O an babam benim gözümde olduğundan daha da büyümüş, devleşmişti. Babam benim kahramanımdı. Atının üzerinde, pelerinini savurarak gelen bir Malkoçoğlu’ydu. Kılıcıyla düşman saflarını yerle bir etmişti. Düşmanı öyle korkutmuştu ki; perdenin arkasından yıkımı seyretmekle kalmıştı. Berlin duvarı gibi bir duvarı yıkıp bize özgürlüğün kapılarını ardına kadar açmıştı. Onun ruhu özgürdü, evlatları tutsak olamazdı. O günden sonra yıkıntının üstünden atlarken omuzlarım daha dik ve güven içinde olmuştu. Babam bizim kahramanımızdı zaten ama o gün onu iyice teyit etmiştik.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.